22 Ağustos 2017 Salı

Ahirette Cinsel Bir Yaşam Var Mı? - Huriler Erkeklere Verilen Bir Ödül Mü?

Hakkında çok konuşulan, din düşmanları tarafından istismar edilen bu konu hakkındaki görüşümü kısaca açıklayacağım. Öncelikle temel yöntemimi ortaya koymalıyım. Bu konuyu Kuran temelli ele alıyorum (Hadislerde bu konu hakkında birçok uydurmalar -mevzu hadisler- olduğu kanaatindeyim). Bu söylediğimin açılımı şudur: Bu konuda Kuran’ın söylediği doğru, Kuran’la çelişen yanlış, Kuran’da açıklanmayan mümkün kategorisindedir. İşin doğrusu, bu konuda, birçok başka konuda olduğu gibi, en temel sorun, bu metodun geçerliliğini anlamayla ilgilidir.
Şimdi bunlara dayanarak şu soruya cevap verelim: Kuran’da cennette cinselliğin olup olmayacağı, ya da nasıl olacağı veya hurilerin cinsel bir ödül olduğuna dair açık bir ifade var mı? Bu sorunun cevabı açıkça “Hayır”dır. Yani Kuran’da ahirette cinsel yaşamın detayları olmadığı gibi olduğuna veya olmadığına dair açık bir ifade de yoktur. Bu açıdan bakıldığında ahirette cinselliğin olması “mümkün” kategorisindedir. Ahirette insan nefsinin istediklerinin karşılanacağını söyleyen ayetlere (41-Fussilet Suresi 31 ve 43-Zuhruf Suresi 71) binaen, ahirette cinsellik olacağı beklentisi, bence makul bir beklentidir. Fakat orada, insanın, yeni bir şekilde yaratılacağını ifade eden ayetlere (56-Vakıa Suresi 61) binaen, açıkça belirtilmeyen bu hususu “mümkün” görmeme rağmen, bu yeni yaratılışta böyle bir şeyi arzu edip etmeyeceğimizi bilemeyeceğimizi saptamakta fayda var. Cennetteki insanların hoşuna gidecek birçok nimetin gerçek vasıflarını hiç kimsenin bilmediğini söyleyen 32-Secde Suresi 17 ayeti, bu konuda olması gerekli zihinsel tavra ışık tutmalıdır.
Kuran’da, cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin tam olarak bilemeyeceği belirtildiğine göre, Kuran’ın bu nimetleri anlatmasının tek yolu “benzetmelerle anlatım” (teşbih) yapmaktır (3-Ali İmran Suresi 7. ayet Kuran’da “benzetmeli anlatım”ın –müteşabih- önemini göstermektedir.) Diğer yandan Kuran’dan, ahirette, dünyadan daha çok nimetin, büyük bir saltanatın (76-İnsan Suresi Suresi 20) olduğunu öğreniyoruz; kısacası Kuran’da tüm detayların değil, bilakis sadece bazı kesitlerin anlatılması kaçınılmazdır. Sonuçta Kuran’da, ahirette olanların “benzetmeli anlatım” ve “bazı kesitleri aktarmak” suretiyle aktarıldığını hep aklımızda tutmalıyız. Bu ise Kuran’da anlatılanların cennetteki nimetlerin tam olarak aktarılması olmadığı (çünkü benzetme tam aktarma değildir), fakat orda olanları anlamamız için ipucu niteliğinde olduğu; ayrıca Kuran’da haberi verilmeyen birçok nimet olduğu, anlatılanların var olanların ufak bir kısmı olduğu anlamına gelir.
Gelelim cennette cinsellik olduğunu ifade ettiği düşünülen ayetlerin ve huri meselesinin incelenmesine. Bu konuda önemli gördüğüm şu birkaç hususu ilgili ayetlerle beraber kısaca inceleyeceğim:
1- Huriler Erkeklere Verilen Bir Ödül Mü?
Arapça’da, başka birçok dilde olduğu gibi, erkek-kadın karışık topluluklara ve sırf erkeklerden oluşan topluluklara kullanılan fiiller ortaktır. Sonuçta cennetlikler için bu tip fiiller kullanıldığı gibi cehennemlikler için de aynı fiiller kullanılır. Bu ödül veya cezaların sırf erkeklere mahsus olduğunu düşünemeyeceğimiz gibi “hurilerin” sırf erkekler için bir ödül olduğunu düşündürecek bir Kurani ifade de yoktur. Bu konuda tefsirci Prof. Dr. Mehmet Okuyan şöyle demektedir: “Kur’ân’da eğer kadınlarla ilgili çok özel bir mesele gündeme getirilecekse, onlara ait dişi zamirler veya kullanımlar devreye sokulur. Eğer önemli bir fark yoksa o zaman cümlelerin içerisinde erkek ve kadın ayırımı yapılıyorsa da sonuçta tek sığa tercih edilir ki bu da müzekker, yani erkek sığadır.”
Burada dikkat çekilmesi gerekli husus “huri” kelimesinin Arapçada dişi veya erkek bir kelime olmadığıdır. Bu kelime “gözünün beyazı bembeyaz, tertemiz, güzel” gibi anlamlara gelmektedir. Kuran’da hurilerin insanlarla “eşleştirileceği” (zevvecnahum) ifade edilmektedir (44-Duhan Suresi 54, 52-Tur Suresi 20); fakat bu eşleştirmede cinsellik olduğu şeklinde bir beyan yoktur. Nitekim Kuran’da nefislerin eşleştirilmesi için (81-Tekvir Suresi 7), ahirette insanların gruplar şeklinde birleştirilmesi için (56-Vakıa Suresi 7) de aynı kelime (zevc) geçmekte, fakat buradaki “eş, grup olma” anlamındaki “zevc” kelimesinden kimse cinsel ilişkili bir eşleştirmeyi anlamamaktadır. Peki niteliği bilinmeyen bir varlığın insanlarla buluşturulmasından ne hakla kesin şekilde cinsellik anlamını, hem de sadece erkekler için çıkarmaktayız, üstelik kelimenin kendisi bir dişi kelime bile değilken? Cennet nimetleri, bu dünyada yapılan iyiliklerin ve Allah’ın hem erkeklere hem kadınlara rahmetinin bir sonucuyken, bu şekilde bir tefsirin, erkek merkezli ve Arap zihniyeti merkezli bir tefsir anlayışından kaynaklandığını düşünmekte haksız mıyız? Kuran’da bahsedilen hurilerin, cennete girecek insanların arkadaşları veya hizmetçileri veya rehberleri gibi bir vazifeleri olabileceğini de düşünmek pekala mümkünken, neden onların “cinsel partner” olduğunda ısrar edilmektedir? İşin en iyisi, Kuran’da anlatılan kesitte hurilerin fonksiyonunun anlatılmadığını saptayarak, “fonksiyonları nedir” sorusuna “bilmiyoruz” cevabını vermektir.
Allah isteseydi, Kuran’da cinsellik için kullanılan “lamese” gibi kelimelerle, hurilerle cinselliğin olacağını açık bir şekilde beyan edebilirdi; böylesi açık bir beyan yokken, cenneti daha çok erkekler için hazırlanmış bir alan gibi gösteren ve insanlara (sadece kadınlara veya sadece erkeklere değil) yaptıklarının karşılığının verileceğini söyleyen Kuran ayetlerinin ruhuna ters bu anlayışı reddetmeli, Kuran’da anlatılmayan detayları “bilmiyoruz” demeyi bilmeliyiz. Bunların cinsel tatminle ilgili ilgili bir fonksiyonları varsa bile, mevcut Kuran ayetlerinden hareketle bunun kesin bir şekilde ifade edilmesi mümkün değildir.
2- Kuran’da Cennetteki Bakire Kadınlardan Bahsediliyor Mu?
Kuran’da bakireliğe atıf olduğu, böylece cennette cinselliğe atıf yapıldığı söylenmiştir. Bu konuda üç ayet gündeme getirilmiştir: 55-Rahman Suresi 56, 74 ve 56-Vakıa Suresi 36. ayetler. Şimdi bu ayetleri sırasıyla inceleyelim:
55-Rahman Suresi 56. ve 74. ayetlerde, daha önce insanların ve cinlerin onlara dokunmadıkları, temas etmedikleri geçmektedir (Lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn). Fakat Kuran’da başka hiçbir yerde, bu ayette “yatmishunne” ifadesiyle belirtilen “temas, dokunma” cinsel ilişki için kullanılmamış; “lamese” (5-Maide Suresi 6), “eta” (2-Bakara Suresi 222), “messe” (2-Bakara Suresi 236, 237), “başera” (2-Bakara Suresi 187) tipi fiiller cinsel ilişki için kullanılmıştır. O zaman Rahman Suresi 56 ve 74’ten “kimsenin önceden sahip olmaması, kimsenin dokunmamış bile olması” gibi bir anlamı anlamak daha doğru değil midir? Burada açıkça cinselliği ifade eden bir anlam yoktur. Üstelik eğer bu ayetlere bazılarının yaptığı gibi “insanların ve cinlerin hurilerin bakireliğini önceden bozmadığı” gibi bir anlam verilirse, insanlarla cinlerin aynı tip bir varlıkla cinsel ilişkiye girebilme ihtimalini düşünmek gibi bir zorluk da ortaya çıkmaktadır.
56-Vakıa Suresi 36. ayetine ise “o hurileri bakireler kıldık” anlamı verilmiştir. Oysa ayette “huri” diye bir ifade yoktur. Önceki ayetlerde birçok cennet nimetlerinden bahsedildikten sonra 34. ayette “yükseltilmiş oturma alanlarından” bahsedilir, 35. ayette “onların yeni bir şekilde oluşturulduğundan” bahsedilir, 36. ayette geçen “ve cealna hunne ebkaran” ifadesini o zaman “daha önce onları hiç kimse kullanmamıştır” şeklinde çevirmek daha uygundur. “Onları” ifadesini ise ayette ve ayetin yakınlarında bir yerde hiç olmayan “huri” ifadesine yollamak yerine, ayetin en yakınında, 34. ayette bahsedilen “oturma alanlarına” (furuşin) göndermek dilbilim açısından en uygunudur. 37. ayette geçen “Uruben etraba” ifadesini ise “uruben” kelimesini “kusursuz”, “etraba” kelimesini ise “uyumlu, denk” olarak yani “kusursuz, uyumlu” şeklinde çevirmek uygun olacaktır.
3- Hurilerin İnciye Benzetilmesi Cinsel Bir İma Mıdır?
Huriler Kuran’da “inci”ye (56-Vakıa Suresi-23) benzetilmektedir. Bu benzetmeyi bile bir cinsel ima olarak değerlendirenler olmuştur. Oysa Kuran’da ahiretteki çocuklardan (vildan) bahsedilirken bunlar da inciye benzetilmektedir (76-İnsan Suresi-19). Kuran’da “vildan” ifadesinin “çocuklar” anlamında kullanıldığı 4-Nisa Suresi-75, 98, 127. ve 73-Müzemmil Suresi-17. ayetlerden de anlaşılmaktadır. Herhalde çocuklar için “inci” benzetmesi var diye çocuklarla cinsel ilişkiye girildiğini düşünebilecek kimse yoktur! Aynı şekilde Kuran’daki “genç” anlamına gelen “gılman” için de 52-Tur Suresi-24’te “inci” benzetmesi yapılmaktadır; fakat bundan da cinsellik anlamı çıkarılmamıştır. Peki o zaman huriler için böylesi tanımlamalar olmasından hareketle hangi hakla bu ifadenin kesin bir şekilde cinselliği kastettiğini söyleyebiliriz? (55-Rahman Suresi—58. ayetteki “yakut” ve “mercan” benzetmeleri de bu çerçevede düşünülmelidir.)
4- Kuran’da Ahiret’te “Göğüsleri Yeni Tomurcuklanmış Dilberler’’den Bahsediliyor Mu?
78-Nebe Suresi 33. ayetteki Arapça “kevaıbe etraben” ifadesine birçok Türkçe mealde “göğüsleri yeni tomurcuklanmış yaşıt kızlar” anlamı verilmiştir, hatta bazıları “dilberler” diye bile çeviriye ilave yapmıştır. Burada “etraben” ifadesi “uyumlu, denk” anlamına gelmektedir; “kevaıbe” kelimesi ise “göğüsleri yeni tomurcuklanmış (dilber) kızlar” olarak çevrilmiştir. Oysa ayette ne “dilber” vardır, ne “göğüs” vardır, ne de “tomurcuklanma” vardır. Öncelikle şunu belirtelim Arapça’da “kevaıbe” kelimesinin de “etrab” kelimesinin de dişili erkeği aynıdır; yani bu kelimeler dişilik ifade etmemektedir. Prof. Dr. Mehmet Okuyan “kevaıbe” kelimesine, bu kelimenin anlamlarından olan “kaliteli, değerli” anlamlarının verilmesini uygun görmektedir; buna göre bir önceki ayette (32. ayet) belirtilen “bahçeler, üzüm bağlarının” veya genel olarak cennet nimetlerinin “kaliteli ve (insanların kullanımına) uygun” olduğu bu ayetten anlaşılır. Eğer bazılarının verdiği anlam olan “genç” anlamı bu ayete verilirse; “erkeklerde bıyıkların terlemesi” ve “kızlarda göğüslerin tomurcuklanması” gençlik alametidir, fakat genç erkeği belirtmek için çeviride genç erkeğin alameti üzerinden “bıyıkları yeni terlemiş” diye çevirirseniz kimse bundan bir cinsel içerik anlamayacakken, genç kızlığın alameti alan “göğüsleri yeni tomurcuklanmış” ifadesiyle çevirirseniz nasıl cinsel çağrışımlar yapacağı açıktır. (Bu tarz çevirileri ateistlerin ve İslam düşmanlarının nasıl istismar ettiğini hatırlayalım.) Dişil bir yapısı olmayan “kevaıbe” kelimesinin, bu ayette “genç kız” olarak çevrilmesi yerine -Okuyan’n yaptığı gibi- “kaliteli, değerli” anlamında alınmasını daha uygun buluyorum ama bu kelimeyi “genç kız” anlamında alanların da, hiç olmazsa, bu kelimeyi bu temel anlamıyla “yaşıt gençler” veya “yaşıt genç kızlar” şeklinde çevirmesi ve ayetin ne öncesiyle ne sonrasıyla ne mantıkla bağdaşmayacak şekilde bu cinsel içerikli çağrışımı yapmamaları gerekirdi.
Sonuç:
Sonuçta Kuran’da, ahirette cinsel bir yaşamın olduğu veya olmadığına dair açık bir ifade olmadığı gibi, “hurilerin” erkeklerin cinsel partnerleri olduğuna dair bir ifade de yoktur. “En çok salavat getirene ahirette en çok huri verilecektir” gibi, metinlerinden uydurma olduğu rahatlıkla anlaşılabilecek hadislere bu yazıda yer verilmedi, merak edenler, Kuran’da olmayan huri algısının nasıl oluştuğunu, uydurma olduğunu düşündüğümüz bu hadisleri okuyarak öğrenebilirler.
Ahirette insanların canının istediği birçok nimet olacağı Kuran’da belirtildiğine göre (41-Fussilet Suresi 31, 43-Zuhruf Suresi 71, 76-İnsan Suresi 20) ahirette cinsellik beklentisi kanaatimce normal bir beklentidir. Fakat bilemediğimiz konuda “Bilmiyoruz” demeyi bilmeli ve cennetteki nimetlerin gerçek vasıflarını kimsenin bilmediğini söyleyen 32-Secde Suresi 17. ayeti bu tip konular gündeme geldiğinde hatırlamalıyız. Ayrıca 9-Tevbe Suresi 72. ayette dendiği gibi Allah’ın rızasının tüm Cennet nimetlerinin üstünde olduğunu da hep aklımızda tutmalıyız.
Not: Bu yazıyı hazırlarken çalışmalarından faydalandığım Prof. Dr. Mehmet Okuyan’a teşekkür ederim.



21 Ağustos 2017 Pazartesi

Hac İbadetimiz Nasıl Olmalıdır?

Kuran’daki Hac, 2-Bakara Suresi 158, 189, 196, 198, 199, 200, 203; 3-Ali İmran Suresi 97; 5-Maide Suresi 1, 2, 95, 96, 97; 9-Tevbe Suresi 3; 22-Hac Suresi 25, 26, 27, 28, 29. ayetlerinden anlaşılır. Bu ayetler bize Hac hakkında gerekli bilgiyi verecektir. Kuran’ın bu ayetlerinin ışığında Haccı şöyle özetleyebiliriz:

1- Hac kelimesine sözlüklerde “kastetmek” anlamı verilir. Kuransal bir terim olarak Hac, belli bir zaman diliminde belli ibadetleri de içeren Kabe’ye yapılan bir ziyarettir. 3-Ali İmran Suresi 97. ayetten Haccın yapılmasının gücü yeten kullar üzerinde Allah’ın bir hakkı olduğunu öğreniyoruz. Ayetten Haccı, gücü yetenlerin yapacağı anlaşılır. Allah “gücü yetmek” deyimini açıklamamış, bu deyimin anlaşılmasını bize bırakmıştır. Mezhepler, “gücü
yetmek” deyiminin anlamını kısıtlamaya çalışmışlardır. Bu deyimden esir olmamak da, maddi güç yeterliliği de, sağlıksal şartlar da anlaşılabilir. Fakat her şartta, sağlığın da, maddi gücün de hangi ölçüde “güç yetirme” kavramına dahil olup olmadığı izafi bir kavramdır. Kişiler, Allah’a kaşı sorumluluklarını, Allah’ın tüm şartları ve düşünceleri bildiğini, vicdani kanaatlerden de mesul olduklarını göz önünde bulundurup; “güç yetirme” kavramını en iyi şekilde değerlendirecek ve kendilerinin Hacca gitmeye güçlerinin yetip yetmediğine karar vereceklerdir.

2- Hac, İbrahim Peygamber döneminden beri yapılan bir ibadettir (22-Hac Suresi 26, 27). Hz. İbrahim’in ilk kurucusu olduğu Kabe’de, Hz. İbrahim’in makamı ve apaçık deliller vardır (3-Ali İmran Suresi 97).

 3- 2-Bakara Suresi 197. ayette Haccın bilinen aylarda olduğu söylenir. Üstelik “aylar” şeklinde çoğul bir ifade kullanılır. Oysa günümüzde hacılar, Haccın kısa bir süreye sıkıştırılması yüzünden kalabalıktan birbirlerini ezmekte, birçok ölüm vakası meydana gelmekte ve hacılar perişan olmaktadırlar. Hz. İbrahim döneminden beri uygulanan Haccın “bilinen aylar”da olduğu söylenir. Aynı ilkbahar denilince Mart, Nisan, Mayıs aylarının anlaşıldığı gibi, Hac aylarının da başta bu şekilde anlaşıldığını görüyoruz, fakat bu konu da mezhepçi tahribatın dışında kalamamıştır.

Kameri Aylar

Ehli Sünnet birçok kaynakta “Şevval, Zilkade ve Zilhicce” Hac ayları olarak belirtilmekte; fakat Hac,Zilhicce ayının içindeki on güne sıkıştırılmaktadır. Diğer yandan haram aylar olarak “Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb” ayları sayılır ama Kuran’dan haram ayların bitişik olduğu anlaşılmasına rağmen Receb ayı önceki aylara bitişik bir ay değildir. Görülüyor ki, Ehli Sünnet bu konuda da Kuran’la çelişkili bir yaklaşımı benimsemiştir ve bunun da düzeltilmesi gerekmektedir. Burada, öncelikle haram aylarla Hac aylarının tamamen aynı olduğu yönündeki kanaatimizi, sonra bunların hangi aylar olduğu yönündeki görüşümüzü belirteceğiz.

Hac aylarının bilinen aylarda olmasından kasıt, aynı zamanda bu ayların haram aylar olmasındandır. Haram aylarda savaşmak yasaktır. Bu yasak, Hac görevinin yerine getirilmesine olanak sağlamaktadır. Kabe’nin etrafındaki kavimler haram aylara riayet ederek, Hac ibadetinin durmamasını, kendi çekişmelerinin kişileri Hacdan alıkoymamasını sağlamaktadırlar. Hz. İbrahim’den sonraki nesillerdeki putperestler de Kabe’nin koruyucusu olarak kendilerini görmüşler, haram ayları bozarak da olsa kısmen uymuşlardır, Haccı bir ticaret kaynağı olarak değerlendirmişler ve haram aylara da ticaretlerini kurtaran bir unsur olarak riayet etmişlerdir. (8-Enfal Suresi 34 ve 35’ten ortak koşanların kendilerini Kabe’nin varisi olarak görmelerini anlayabiliriz.) Haram aylardan bahseden 2-Bakara Suresi 194. ayetten iki ayet sonra Hacdan bahsedilmesinden, 2-Bakara Suresi 217’de haram aylarda savaşmanın büyük suç olduğunun vurgulanmasından ve Haccın yapıldığı yer olan Mescid-i Haram’a ulaşılmasının engellenmesinden bahsedilmesinden, 5-Maide Suresi 2’de haram ayın ve Hac ibadetindeki ihramın beraber anılmasından, yine aynı sure 97. ayette haram ayların ve Hacda ziyaret edilen Kabe’nin beraber anılmasından; bilinen Hac aylarının haram aylar olduğu anlaşılır. Zaten bu ayların haramlığı da Hacla ilintilidir.

Tevbe Suresi’nin 2. ve 36. ayetlerinden ise bu ayların arka arkaya gelen dört ay olduğunu öğreniyoruz. 2-Bakara Suresi 189. ayetten bu dört ayın Ay (kameri) takvimindeki “aylar” olduğunu anlarız. Yani Hac art arda gelen dört ayda yapılan bir ibadettir. Bu dört ay aynı zamanda içinde savaşılmasının haram olduğu aylardır. Bu ayların ilki “Hac ayı” anlamına gelen “Zilhicce”dir. Bizce, hac bu ayla başladığı için Haccın ilk ayının ismi Arapça’da “Hac ayı” manasına gelen “Zilhicce”dir. 9-Tevbe Suresi 3. Ayette haram ayların ilk günü olan, Haccın da ilk gününe “Hac günü” isminin verilmesi bu görüşümüzü desteklemektedir. Bu ve bir önceki ayette, bu tarihten itibaren haram ayların dört ayı boyunca serbest dolaşılabileceği söylenir; bunun açıklandığı gün ise “Büyük Hac günü” olarak nitelenir, sonuçta bu günün ne özelliği olduğunu düşündüğümüzde şunu görürüz: Dört ayın başlangıcı olan bu gün, Hac ibadetinin başlangıç tarihi olmasıyla özeldir. Zilhicce ilk ay olunca Zilhicce’yi takip eden Muharrem, Safer ve Rebiulevvel’in diğer hac ayları olduğu kanaatindeyiz. Burada enteresan ek bir delile de değinmek istiyoruz. Rebiulevvel ayı iki kelimeden oluşan birleşik bir kelimedir. “Rebiul” kelimesi dört, “Evvel” kelimesi ise ilk demektir. Bu aydan sonra “Rebiul-Ahir” ay’ı gelmektedir ki bu ayın ismi ise “Sonraki Dördüncü” demektir. “Rebiul-Evvel” ay’ı haram ayların dördüncü ve sonuncu ayı olduğu için bu ismi almıştır. Ay takviminin ilk ayı Muharrem olduğu için, “Rebiul- Ahir” ay’ı, takvim sırasındaki dördüncü aydır. Bu da bu ayın isminin neden “Sonraki” (Ahir) “Dördüncü” (Rebiul) olduğunu açıklar. Eğer Rebiul- Evvel’in haram ayların dördüncü ayı olduğu anlaşılmazsa, Rebiul-Ahir’in  neden “Sonraki Dördüncü” anlamına geldiği açıklanamaz. Bu da haram ayların Zilhicce (Hac Ay’ı) ile başlayıp, dördüncü ay olan Rebiul-Evvel ile bittiğini bir kez daha desteklemektedir. Hac bu dört ayda yapılabilen bir ibadettir. İnsanların birbirlerini ezip öldürmelerine yol açan Haccı birkaç güne sıkıştırma uygulaması bırakılıp, Kuran’ın izahlarına dönülmelidir.

Mezhepler, hayatında bir kez Hac yapan Peygamberimiz’in, bahsedilen birkaç günde Hac ibadetini yaptığını söyleyerek Haccı birkaç güne sıkıştırmışlardır. Bahsedilen husus doğru olsa bile, bu günlerde Peygamberimiz’in Hac yapmasından, sadece bu günlerde Haccın farzının yerine getirilebileceği anlaşılmaz. Bu husus, sabah namazının tam 10. dakikasında Peygamberimiz’in namaza başladığı ile ilgili bir rivayet olsa, sabah namazının daha önceki ve
daha sonraki zaman dilimlerinde namaza başlanamayacağının söylenemeyeceği kadar açıktır. Kuran’da 9-Tevbe Suresi 37. ayette haram aylarla oynamak, kötü bir fiil olarak takdim edilmektedir. Ama öğüt alan nerede!

4- Hac, kişinin davranışlarına dikkat ettiği, insanlarla bir araya geldiği bir ibadettir. Hacda kavga, kötülüğe sapma, eşler arasında cinsel ilişki yoktur. (2-Bakara Suresi 197). Hac ibadeti sırasında kişi kendisine helal olan bazı şeyleri de haram eder (Eşlerin cinsel ilişkiye girmemesi gibi). Hacda dikkat edilmesi belirtilen bu hususlara uymaya “ihram” denir. Hacının ihramda olması budur. “İhram”ın sözlük manasından anlaşılan da bu süre boyunca belirtilen yasakların gözetilmesidir. Fakat günümüzde belli bir elbiseye de “ihram” adı verilerek bu elbisenin giyilmesi farzlaştırılmıştır. Kuran’da sözlük anlamı dışında başka bir “ihram” anlaşılmamaktadır. Eğer Allah, Hacda böyle bir elbisenin giyilmesini isteseydi, onun giyilmesi gereken bir elbise olduğunu söyleyerek, şüpheye meydan vermeden bunu açıklardı. Böyle bir izahın olmaması ve bu kelimenin sözlük manasının, Kuran’daki anlatımla tam örtüşmesi yüzünden ihramın; belli bir süre içinde, belli şeylerin yasaklanması dışında bir manası olmadığını anlarız. İhram sırasında yasak olan şeylerin biri de avdır (5-Maide Suresi 95, 96). Bu avın bir tek kara avını kapsadığı, hacıların deniz avını yiyebileceği ve yapabileceği gibi Haccın detayları bile Kuran’da bahsedilen ayetlerde mevcuttur.

5- Kim ihram sırasında kara avı yasağını bilerek çiğnerse, cezası öldürdüğü hayvanın bir benzerini Kabe’ye varacak bir kurbanlık yapmasıdır. Bu benzer kurbanı adaletli iki kişi belirler. Av yasağını çiğneyen kişi, bunun yerine yoksulları doyurarak veya onun dengi oruç tutarak bu yasağı çiğnemesinin kefaretini yerine getirebilir (5- Maide Suresi 95).

6- “Umre”, ziyaret etmek demektir. Haccın belli dönemde yapılmasına karşılık, umre her zaman yapılabilen bir ziyarettir. Hac da, umre de Allah için tamamlanmalıdır (2-Bakara Suresi 196). Siyasi propagandalar, menfaatler, köşe dönmeler, halkı kandırmalar değil; Allah’ın rızası Haccın da, umrenin de şartı olmalıdır. Bu ibadetleri yapmaları engellenenler kurban keser veya kestirirler. Kurban yerine varıncaya kadar başlar traş edilmez. Hasta ya da başından rahatsız olan oruç tutarak, sadaka vererek ya da kurban keserek fidye yoluna gider. Güvene kavuştuğunda Hacca kadar umre yapmak isteyen kolayına gelen bir kurbanı keser veya kestirir. Bunu bulamayan ise üçü Hacda, yedisi döndüğünde olmak üzere on gün oruç tutar. Bu ailesi Mescid-i Haram’da olmayanlar içindir. Tüm bunlar 2-Bakara Suresi 196. ayette geçer.

7- Kurbanların üzerine Allah’ın adı anılır ve bunlardan yoksullara verilir ve yenir (22-Hac Suresi 28). Hac ibadeti yapılırken kirlerden arınılmalı, adaklar yerine getirilmelidir (22-Hac Suresi 29). “Kirleri arındırmak” genel bir ifade olduğundan, birçok insanın buluşma yeri olan Hacda, her türlü hijyen kuralına dikkat etmek iyi olur. Mescid-i Haram’a saçların kısaltılmış, ya da traş edilmiş olarak girilmesinden bahseden 48-Fetih Suresi 27. ayet de bu çerçevede değerlendirilebilir. Kabe’nin tavafı (çevresinde yürünmesi) böylece temiz bir şekilde yerine getirilecektir (22- Hac Suresi 29). Kabe’nin temiz tutulmasına, böylece Hac ibadetinin yapıldığı yerin temiz olmasına da dikkat çekilmiştir (22-Hac Suresi 26).

8- Arafat’tan ayrılıp topluca inilince Meşari Haram’da Allah’ı hatırlamak (zikir) lazımdır. Bu hatırlama Allah’ın bize öğrettiği şekilde olmalıdır (2-Bakara Suresi 198). Allah’ı nasıl hatırlayacağımızı (zikredeceğimizi), Allah bize Kuran’da öğrettiğine göre, bu hatırlama faaliyeti de Kuran’a uygun olacaktır.

9- Sonra insanların topluca akın ettiği yerden akın edilip Allah’tan bağışlanma dilenmelidir (2-Bakara Suresi 199).

10- Gerekli ibadetler bitince Allah’ı kuvvetli bir biçimde hatırlamak (zikretmek) gerekir (2-Bakara Suresi 200).

11- Sayılı günlerde Allah hatırlanır. İsteyen iki gün içinde işini bitirir, isteyen daha geniş bir zamana işini yayar (2-Bakara Suresi 203).

12- Bakara Suresi 158. ayette Safa ile Merve’yi ziyaret etmenin bir sakıncası olmadığı söylenir. Oysa Kuran’ın bu beyanına karşın bu iki tepenin arasında koşmanın, diğer mezheplerde “farz”, Hanefilik’te “vacip” olduğu uydurulmuştur. Hanefi mezhebinde bunun “farz” olduğunun söylenmemiş olması olumludur ama Kuran’da mecbur olmayan bir hususun “vacip” ilan edilerek, gerekli gösterilmesi de kabul edilemez. Yaşlı, sağlıksız birçok kişi mecburi olmayan bu zorlukla karşı karşıya getirilmiş, daha sonra bunların para karşılığı arabalar ve sedyelerle taşınması şeklinde uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bu, mecburi olmayan bir ziyarettir. Fakat ayetin ifadesiyle bir sakıncası da yoktur.

13- “Şeytan taşlama” diye bir faaliyetin Hacla hiçbir ilgisi yoktur. Kişilerin birbirini en çok ezdiği ve ölümlerin en çok olduğu yer, Hac ibadetine sokuşturulan bu uydurmanın yapılmaya çalışıldığı yerdir. Bu uygulamaya farz değilse de “vacip” denmiş, hangi gün kaçar taş atılacağı şeklinde detaylı ritüeller üretilmiştir. Bu uydurmanın atılması, Haccın dört aya yayılması ve Safa ile Merve arasında koşturmanın farz olmadığının gösterilmesiyle, yani Hac ibadetinin de Kuran’daki aslına döndürülmesiyle; Hac insanları öldüren, perişan eden bir ibadet olmaktan çıkacaktır.


14- Hacerül Esved denilen taşın etrafında yapılan gariplikler ve bir taşı selamlamak için insanların birbirlerini ezmesi de Kuran’da yoktur. Kadının tek başına Hacca gidemeyeceği de; kadının seyahat haklarını kısıtlayan, dine fatura edilmeye çalışılan, ama dinde yeri olmayan bir yalandır. Hacda güzel koku sürülemeyeceği, dikişli elbise giyilmeyeceği de Kuran’da yer almayan ifadelerdir. Hacdan gelen veya başka bir yerden gelen zemzem suyu, koku, takke, seccadenin özel sevaplar getireceği veya kutsallığı şeklindeki izahlar da hep uydurmadır. Temel prensibimiz olan Kuran’ın izahlarını baş üstüne koymak, geri kalan izahları kenara atmak; Kuran’a göre, yani dinimize göre Haccın anlaşılmasını sağlayacaktır.


Kaynak: Kuran Araştırma Grubu, Uydurulan Din ve Kurandaki Din, İstanbul Yayınevi, 2011, s.421-426

11 Ağustos 2017 Cuma

Kuran Yönetim Hakkında Ne Diyor?

Kuran ve Yönetim

Uydurulan dinin kullanıldığı ve çok büyük istismarların yapıldığı alanlardan diğer bir tanesi yönetimdir. Kendi şahsi görüşlerini hakim kılmak isteyenler, Allah’ı ve dini kullanarak insanlığı yönetmeye kalkışmışlardır. Örneğin Kuran’a göre kadın cumhurbaşkanı da, yönetimde etkin bir role sahip de olabilir. Kuran bu konuda bir yasak getirmemişken, geleneksel İslam bu konuda da Kuran’ın getirmediği bir yasağı getirip, insan neslinin yarısı olan kadınları yönetimdeki etkin görevlerden mahrum etmiştir. Ayrıca “Liderler Kureyş’tendir” şeklinde bir uydurma hadisle, insanların tek bir kabileden çıkan İnsanlar tarafından yönettirilmeye çalışılması da geleneksel İslam’ın uydurmalarından biri olmuştur. Daha ileriki yıllarda, şeyhülislamlara birçok konuda istedikleri gibi siyasi fetvalar verdiren Osmanlı halifeleri de mezhepçi din anlayışının esaslarını uygulatmışlar, mezhepçi yaklaşımdaki kimi izahları kendi tahtlarını sağlamlaştırmak için kullanmışlardır. Ne yazık ki Sunni ve Şii mezhepçi yönetimler ve onların baskıcı idareleri altında “din” adına sayısız istismarlar sergilenmiştir.

Yönetimde Temel İlkeler

Kuran’da açıklanmayan hususların insanların inisiyatifine bırakıldığını blogtaki ilgi yazılarımızda görüyoruz. (Kuran'da Yer Almayan Konulardaki Tavrımız Nasıl Olmalı?) Bunlar, insanların, akıllarını çalıştırmalarıyla ve Kuran’ın koyduğu temel prensipleri gözetmeleriyle doldurulmalıdır. Fakat şurası unutulmamalıdır ki insanların bu tercihleri Kuran’ın hükümleri gibi değerlendirilemez. Örneğin belli bir devlet yönetimi veya halifelik gibi uygulamalar, Kuran’ın bir hükmü olarak gösterilemez. Kuran’ın koyduğu hükümler evrenseldir; mekanın ve zamanın değişmesi ile Müslümanlar bu hükümlerden vazgeçemez. Örneğin Kuran’ın bir hükmü olmayan halifelikten vazgeçilebilir, ama Kuran’ın hükmü olan “şura” ve “adalet” gibi yönetimde önemli ilkelerden zamanın ve mekanın değişmesiyle vazgeçilemez. Kuran’da geçen ve yönetimde dikkat etmemiz gereken evrensel bazı ilkeler şunlardır (Bu konuda özellikle şu kitaptan faydalandık: Prof. Dr. Beyza Bilgin, Prof. Dr. Rami Ayas ve diğerleri, İslam Gerçeği):


*Şura: Şura” ile, yönetim konusunda ilgili tarafların fikirlerinin alınması ve yürürlükteki yönetimin danışma mekanizmasını kullanması kastedilir.

‘’Onların iş ve yönetimleri aralarında şura iledir.’’ (42-Şura Suresi 38)

‘’Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba saba, katı yürekli olsaydın, senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için, iş ve yönetim konusunda da onlarla şuraya git.’’
(3-Ali İmran Suresi 159)

Ali İmran Suresi’ndeki ayetten göreceğimiz gibi “şura” Peygamberimizin bile uygulaması gereken bir kurumdur. O zaman hiç kimse kendisini şura üstü görüp, insanlara danışmaya ihtiyacı olmadığını, keyfince insanları yönetebileceğini söyleyemez. Ayrıca aynı ayetten “şura”nın yumuşaklıkla, merhametle beraber olduğunu; kaba sabalıkla, katı yüreklilikle beraber olmadığını anlıyoruz. “Şura”nın, bir sistem olarak değerlendirildiğinde, cumhuriyet ve demokrasi sistemine yakın yönleri olduğu düşünülebilir. Şunu da unutmamak gerekir ki Kuran’da “şura”nın şekli ve yöntemi gösterilmemiştir. Bu demektir ki şekil ve yöntem zaman ve şartlara göre belirlenecektir. Kaçınılmaz olan şudur; yönetimin ve birlikte yaşamanın her seviyesinde “şura” esastır.

*Adalet: Kuran’ın birçok ayetinden “adalet” ilkesinin önemi anlaşılır. Bu, ikili ilişkilerden yönetime kadar gözetilmesi gereken çok temel Kurani bir ilkedir.

‘’Ey inananlar! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetenler olun. Bir topluluğa kininiz, sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun. Bu korunup sakınanlar için daha uygundur.’’ (5-Maide Suresi 8)

‘’Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde, nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.’’ (4-Nisa Suresi 135)

‘’Allah sizi din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkartmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah adaleti ayakta tutanları sever.’’ (60-Mümtehine Suresi 8)

*Emanetin Ehline Verilmesi: Kuran emanetlerin ehline verilmesini emreder. En önemli emanetlerden biri ise toplumun yönetim kademelerinde yer almaktır. Demek ki bu kademelere becerikli, dürüst, işini iyi bilen kimselerin getirilmesi, Kuran’ın koyduğu temel ilkeler açısından da gözetilmesi gereken bir sorumluluktur.

‘’Şu bir gerçek ki Allah size emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.’’  (4-Nisa Suresi 58)

*Yöneticilerin Yönetilenlerden Olması: Müslümanların itaat etmesi gereken yöneticilerin kendi aralarından olması gerektiği de belirtilmiştir. Bunlara “ulul-emr” denilmiştir ki bunlar toplumun yönetiminde emir yetkisini elinde bulunduran kişilerdir. Bunlar Allah’a inanan, Allah sevgi ve korkusunu içinde taşıyan kişiler olursa; tüm toplum bunun hayrını görür. Toplumsal yaşamanın kaçınılmaz olarak bir hiyerarşiyi gerektirdiğini tüm sosyal bilimciler bilir, toplumsal yaşamın kaostan çıkması, toplumsal yönetimin getirdiği bu hiyerarşinin danışma, adalet gibi ilkeleri uygulamasına ve hiyerarşide yönetme pozisyonunda olanların bu vazifeye uygun kişilerden seçilmelerine bağlıdır.

‘’Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Allah’ın elçisine ve sizden olan ululemre (yöneticilere) itaat edin.’’ (4-Nisa Suresi 59)

Dinde Zorlama Yoktur

Mezhepçi İslam’ı benimseyenlerin, Kuran’la çeliştikleri noktalardan önemli bir tanesi; dini hükümlerin, baskı ve şiddet kullanılarak uygulatılmasını savunmalarıdır. Oysa bu, Kuran’ın birçok ayetine aykırıdır. Bu tutumu yasaklayan ayetlerden biri şöyledir:

‘’Dinde zorlama yoktur. Gerçek şu ki doğruluk ve sapıklık birbirinden ayrılmıştır.’’
(2-Bakara Suresi 256)

Kuran, mezarlıklarda okunan, evin duvarında asılı olup rehber edinilmeyen, sözde saygı gösterilen, fakat mezhep kitaplarının açıklamasıyla anlaşılabileceği iddia edilen bir kalıba sokulmuştur. Kuran’ı bu kalıba sokanlar, Kuran’ın “Dinde zorlama yoktur” hükmünü gözardı etmişler; namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara çok şiddetli cezalar öngörmüşlerdir. Din adına sergilenen bu zulümler sonunda bazı kimseler, yanlış adrese giderek bu zulümden kurtulmaya çalışmışlar ve dinsizliğe sığınmışlardır. Böylece “din” adına yapılan zulüm de dinsizlik adına yapılan zulüm de insanların yaratılışına aykırı yollara götürmektedir. Kuran’ın ortaya koyduğu din, bu iki zulüm yolundan da kurtuluşun reçetesidir.

Padişahlık Sistemi Kuran’la Uyuşmaz

Kuran yönetim için önemli olan şura, adalet, dinde zorlamanın olmaması, emanetin ehline verilmesi gibi temel ilkeleri belirlemiş; birçok hususu ise kişilerin insafına ve zekasına bırakmıştır. Bu açıdan olaya baktığımızda dünyadaki krallık, padişahlık gibi rejimlerin Kuran’a uygun olmadığını anlarız. Çünkü Kuran emanetin ehline verilmesini ister, bu da devletin yönetiminin en becerikli kişilere verilmesini gerektirir (kadın erkek ayrımı yapılmadan). Oysa padişahlık, krallık gibi sistemlerde yönetim en becerikli ve ehil olana değil, falancanın en büyük erkek evladına veya bir yakınına verilir. Ne yazık ki dine referans vermeyen birçok yönetim, “Dinde zorlama yoktur” ayetine, kadınlarla erkeklerin birbirinin elbisesi olduğunu söyleyen ayete, yönetimde danışmayı ve emanetlerin ehline verilmesini söyleyen ayetlere; İslam adına insanları yönetmeye kalkışmış birçok yönetimden daha çok uymuştur.

Kuran’ın hükümleri ne Sunni şeriatına eşitlenebilir, ne de halifelik diye bir müessese Kuran’da geçer. Bugün insanların “şeriat” denildiğinde anladıkları Kuran’ın anlattığı İslam’dan çok Sunniliktir. “Şeriat” kelimesi “yol, tarz, metot” gibi manalara gelir ve Kuran’da hiçbir zaman için dinimizin adı olarak kullanılmaz. Kuran’a göre dinimizin adı “İslam”dır. İslam dışındaki Şeriat, Sunnilik, Hanefilik, Şiilik, Şafilik, Alevilik tanımlarının inancımıza karşılık kullanılması dinimizden sapmalardır. (Müslüman kelimesi İslam ile aynı kökten gelir ve İslam olan kişi manasında olduğu için aynı İslam gibi doğru bir kullanımdır.) Dinimizin sahibi bir tek Allah, kaynağı bir tek Kuran, Peygamber’i bir tek Hz. Muhammed, ismi ise bir tek İslam’dır.

Mezheplerin Sahte Yumuşak Yüzü

Kendi hegemonyalarını sürdürmek ve kadın sömürülerine devam etmek isteyenler, geleneklerini uygulamakta erdem görüp akılcı düşünceden korkanlar, ne yazık ki Kuran’a dayalı İslamiyet’in en büyük düşmanlarıdırlar. Kuran’a göre İslam’ı anlatanlara, ateistlerin göstermediği düşmanlığı, bu kesim sergilemektedir. Bunun sebebi basittir: Kuran’a göre İslam, bu kesimin sömürü aracı olarak kullandıkları “din”in sundukları gibi olmadığını; yönetim şekillerini, kadına bakışlarını, baskıcı idare biçimlerini Kuran’a göre değil örflerine, heva ve heveslerine, Arap geleneklerine göre oluşturduklarını göstermektedir. Bu kesim, sömürü araçları olan “din” ellerinden alınınca, bunu alanlara “yahudi, mason, sapık, ajan” gibi sözlü ve fiili saldırılarda bulunmakta ve güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktadır.

Bugün biz Sunni mezheplerin sahte yumuşak yüzüyle muhatabız. Ortamları müsait olursa gerçek yüzünü de görürüz, merak etmeyin. Sunni düşünce tam anlamıyla iktidara gelse, yönetimi ele alsa ne yapacağını merak mı ediyorsunuz? O zaman bir Afganistan’a bakın, bunun örneğini göreceksiniz. Sunni mezheplerde; haremlik selamlığın da, peçenin de, kadının
toplumdan tamamen soyutlanıp köleleştirilmesinin de, müziğin ve resmin yasaklanmasının da dayandırılabileceği izahlar vardır. Afganlılar kafalarından yeni mezhep uydurmadılar. Sunniliği uyguluyorlar.

Hanefi mezhebine göre namaz kılmayan, kılmaya başlayana kadar dövülür, diğer üç Sunni mezhepte namaza başlamayı reddederse öldürülür. Sunniliğin İslam görüşüyle çelişenlerin, örneğin Kuran’a dayalı İslam’ı savunanların akıbeti Sunni mezheplerin yönetiminde öldürülmeleri olabilir. Oruç zorla tutturulur… Tüm bu fetvalar, Sunni mezheplerce tespit edilmiş belli hükümlerdir. Bu mezheplerin yönetiminde kadının başının açık gezmesini bırakın, yüzünü gösterip gösteremeyeceği şüphelidir. Araplar’ın Emevi ve Abbasi yönetimleri dönemlerinde oluşturulup, o dönemlerdeki örflerin ve hayata bakış açılarının dondurulması olan bu mezhepler; Kuran’ın anlattığı dinin anlaşılmasındaki en büyük engellerdir. Ne yazık ki dini iyi bilmeyen kitleler bu mezhepçi yaklaşımların izahlarını din sanmaktadırlar. İnşallah herkesin katkılarıyla, Kuran’ın anlattığı dini, bu mezhepçi anlayıştan kurtarmayı başarabiliriz.



Kaynak: Kuran Araştırma Grubu, Uydurulan Din ve Kurandaki Din, İstanbul Yayınevi, 2011, s.322-327

Kuran'da Yer Almayan Konulardaki Tavrımız Nasıl Olmalı?

Blogumuzda (Sadece Kuran Yeterli Değil Mi?, Allah; Tevsir, Hadis, İlmihal Gibi Kaynaklar Olmadan Anlayamayacağımız Bir Rehber Mi Yolladı?) Kuran’ın her şeyi açıkladığını, gerekli her türlü detayı verdiğini görüyoruz. Sanki Kuran’ın açıklamaları yetersizmiş, Kuran din adına her konuyu kapsamazmış gibi Kuran’da yer almayan birçok hükmün Kuran dışı kaynaklarca dinselleştirildiğini ve dinde en büyük tahribatın böyle yapıldığını gördük. Bu bölümünde 20 tane örnek soruyu inceleyerek Kuran’da geçmeyen bir konuda soru sorulursa, bu sorunun cevabının nasıl verileceğini göstermeye çalışacağız.


Şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz. Her dini yasak kötüdür, yapılmaması gerekir. Fakat her kötü gördüğümüz şey dinen yasak değildir. Hırsızlık yapmak, Allah’a karşı nankörlük Kuran’da yasaklanmıştır; bu yüzden bunlar kötüdür ve bunları yapmamamız gerekir. Sigara içmenin, saçları mora boyatmanın da isabetli davranışlar olmadığı kanaatindeyiz. Fakat “Bunlar dinen sakıncalıdır, haramdır, mekruhtur” diyemeyiz. Beğenmediğimiz bu davranışları dini etiketle çirkin göstermeye çalışmamalıyız. Kendi öngörümüz isabetli bile olsa, kendi öngörümüzle vardığımız kanaatleri dinselleştiremeyiz. Bu fiilleri kötü, yapılmaması gereken fiiller olarak görebiliriz. Fakat bunları din adına yasaklamaya kalkarsak büyük bir hata yapmış oluruz. Her haram, her günah bize mesuliyet yükler ve ahirette hesap vermemizi gerektirir. Örneğin nankör kişi, hırsız kişi ahirette bu davranışlarından dolayı hesap vereceklerdir. Fakat sigara içmenin veya saçları mora boyatmanın dinen sakıncalı olduğunu ve ahirette cezası olduğunu iddia edemeyiz. Allah, rahmeti sebebiyle haramları, yasakları sınırlı tutmuştur. Yapılmaması iyi olacak birçok şeyi de haramlaştırmamış, yasaklamamıştır. Geleneksel-mezhepçi yaklaşımı benimseyenler ise Allah’ın rahmetinin bir sonucu olan bu uygulamayı anlamamış, dinimiz eksikmiş gibi Allah’ın dinine ilaveler yapmışlardır. Bu arada şunu da bilmeliyiz ki örnek verdiğimiz saçı mora boyatmayı ve sigara içmeyi dini etiketle kötü göstermek ne kadar hatalıysa, aynı şekilde “Dinde saçı mora boyatmak var” veya “Dinde sigara içmek var” gibi ters bir mantıkla dinin yasaklamadıklarını, dinin tavsiye ettikleri gibi göstermek de çok büyük ve çok tekrarlanan bir hatadır.

‘’Ey iman edenler! Size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirildiği zaman sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah bağışlayıcıdır, yumuşak davranandır.’’ (5-Maide Suresi 101)

Ayette görüldüğü gibi Kuran’da açıklanmayan her şey Allah’ın affettikleri kapsamındadır, her ne olursa olsun... Birçok davranışın dinen serbest olması sırf dinin bu davranış hakkında izah getirmemesindendir. Ayetin başından anlayacağımız gibi Allah birçok sorunun cevabını verseydi, Allah’ın o konudaki tavrı yasaklayıcı olabilirdi. Fakat Allah, eğer açıklama yapsaydı ilave hüküm getirebileceği bir konuda, açıklama yapmamasını, bizim o konudaki serbestiyetimiz için yeterli görmektedir. Bu yüzden Allah ayette “Allah onları affetmiştir” demektedir. Nihayet ayetin sonundan Allah’ın bu tavrının Allah’ın kullarına karşı bağışlayıcılığının ve yumuşak davranmasının sonucu olduğunu anlıyoruz. Bu yüzden defalarca tekrarlayarak diyoruz ki; her ne olursa olsun, her ne olursa olsun, her ne olursa olsun eğer Kuran’daki bir izahla temellendirilemiyorsa bu helal, haram, sünnet, farz, mekruh veya her ne olduğu iddia ediliyorsa bu şey din dışındadır, dini alanla hiçbir ilgisi yoktur. Kimse Allah’ın rahmetini sınırlamaya, Allah’ın Kuran’da kolay  olduğunu söylediği dini zorlaştırmaya kalkmasın. Kimse kendi kafasındaki doğruların, bin yılı aşkın bir zaman diliminde, apayrı kültür ve çevrelerde yaşayan tüm insanlar için de doğru olduğunu iddia etmesin. Dine yapılan bu ilaveler ve yasaklar dini detaylara boğmuş, kişileri dinin özünden uzaklaştırmıştır. Namazda ayakların arasının kaç parmak olacağını, hangi ayakla hangi işe başlanacağını, sakalın boyunu ayarlamaya çalışanlar; teferruatla uğraşmaktan, Allah’ın asıl istediklerine yeterli dikkati yöneltememişlerdir. Şimdi 20 örneğimizi inceleyelim ve Kuran’da yer almayan konulardaki sorulara nasıl cevap verilebileceğini görelim:

20 Örnek Soru ve Cevapları

1. Soru: Kurban bayramında kurban kesmek gerekir mi? Bu ibadet vacip midir?

Cevap: Kuran’da kurban bayramı diye bir bayramdan da, böyle bir bayramda kurban kesmekten de bahsedilmez. Kuran’da geçmeyen bir uygulama ne farz, ne vacip, ne de sünnet diye dinselleştirilebilir. Bu bayram Müslümanlar’ı kaynaştıran yapısıyla Kuran’ın koyduğu hedeflere hizmet etmektedir. Bu yüzden bu bayramlara sahip çıkılıp, bu geleneğin yaşatılması gerektiği kanaatindeyiz. Ama bunun, Kuran’ın/dinin evrensel bir hükmü olmadığını da bilmeliyiz.

2. Soru: Kravat takmanın hükmü nedir? Hıristiyanlar’a benzemek olduğu için günah olur mu?

Cevap: Kuran’da ne erkeğe, ne kadına üniforma gibi bir kıyafet tarif edilmez. Demek ki kravat da, şapka da giyilir. Kuran’da Hıristiyanlar’a benzemek başlığıyla bir yasaklar listesi geçmez. Hıristiyanlar gibi yılbaşı kutlayan, hindi kesen, kravat takan, anneler günü kutlayanın bunları yapmasında dini hiçbir engel yoktur. Bunları yapmanın kendi geleneklerimiz ya da strateji açısından doğru veya yanlış olduğu ayrı konudur. Bunları uygulayanlar elbette “özenti” olmakla veya başka şekillerde eleştirilebilirler, onlar da kendilerince uygun cevabı verirler; fakat bunlar yapılırken, dine atıfla karşı tarafı “haram” işleyen veya “kafir” ilan etmenin Kurani bir dayanağı yoktur. Her fikrimizi dinsel kılıfa sokup başkalarını din-dışı gösterme hastalığından kurtulmamız önemli bir zarurettir. Hıristiyanlar gibi giyinmenin günah olduğunu söyleyenler, olmayan bir günahı uydururken kendileri, bazı Hıristiyanlar gibi; evliyalarını, din adamlarını aşırı bir şekilde yüceltmekte, böylelikle Hıristiyanlar’a benzemememiz gereken, Kuran’ın bizi uyardığı asıl konuda onlara benzemektedirler.

3. Soru: Gebe suyu ile abdest alınır mı?

Cevap: Kuran abdest almak için yıkanmaktan bahseder. Yıkanmak ise normal su ile olur. Böyle mantıksız sorular soranlara ilgili abdest ayetini söylemek yeterlidir. Gerisini kendileri anlasınlar. Bazı insanlar anlamak yerine anlamamaya çalışmaktadırlar. Allah abdesti anlatmış, eğer su yoksa toprakla teyemmüm gibi bir detayı da vermiştir. Ne yazık ki örneğini verdiğimiz bu soru, sözde ciddi din kitaplarının açıklamaya çalıştığı bir sorudur.

4. Soru: Kuran’a göre meclis, başbakan ve cumhurbaşkanından oluşan bir sistem olabilir mi?

Cevap: Kuran yönetim konusunda uzun detaylar vermez. Böylece kişilere zaman, şartlar, nüfus yoğunluğu ve diğer etkenlere uygun bir idare oluşturma şansı verilir. Kuran emanetin ehline verilmesi gibi, yönetimde danışılması gibi genel prensipler verir. Meclisli, başbakanlı, cumhurbaşkanlı sistem de, yarı başkanlık sistemi de, tam başkanlık sistemi de, daha başka
sistemler de olabilir… Kuran yönetimle ilgili genel prensipler vermiş, her dönem ve şartta geçerli bir yönetim sistemi emretmemiş ve önermemiştir. Sonuçta bu konuda karar insanların tercihlerine kalmıştır. Fakat Müslümanlar açısından bu durumda farklı sistemleri benimseme olanağı olsa da Kuran’ın ortaya koyduğu “adalet” gibi ilkeleri sistem ne olursa olsun gözetmek dini bir zarurettir.

 5. Soru: Namazda ellerim nasıl durmalı?

Cevap: Kuran’da namazda eller şöyle dursun diye bir izah yoktur. Yani ister eller göbeğin üstünde bağlanır, ister yana sarkıtılır, ister havaya kaldırılır.

6. Soru: Küçük tuvaleti oturarak yapmak dinen daha mı makbul?

Cevap: Kuran, tuvaleti nasıl yapmamız gerektiğini söylemez. Dileyen oturarak tuvaletini yapar. Dileyen ayakta yapar.

7. Soru: İpek gömlek giyilebilir mi?

Cevap: Kuran’da erkeğin de, kadının da ipek gömlek giymesine engel hiçbir izah yoktur. İsteyen ipek gömlek de giyebilir, ipek pantolon da, ipek çorap da...

8. Soru: Kadınlar makyaj yapabilir mi?

Cevap: Kuran’da kadının makyaj yapmasıyla ilgili hiçbir izah yoktur. Dileyen herkes makyaj yapabilir.

9. Soru: Sünnet olmak dini bir zorunluluk mudur?

Cevap: Kuran’da sünnet olmak diye bir şey geçmez. Tevrat’ta sünnet olmak geçer. Allah dileseydi Kuran’da da sünnet olmamızı belirtir, bizim dinimizin de bir mecburiyeti yapabilirdi. Yani isteyen sünnet olur, isteyen olmaz. Dinimizde ne sünnet olun diye bir izah vardır, ne de olmayın diye. Geleneksel İslam’ın adetleri dinselleştirmesi ile sünnet dinselleşmiştir. Gerçi uydurmalarla dolu hadislerin içinde kadınların da sünnet olmasının gerekliliği vardır ama bu izah halka pek açıklanmamaktadır. Sünnet adeti öyle bir dinselleşmiştir ki, neredeyse bazılarınca, Allah’ın varlığına imandan sonra dinin ikinci şartı gibi algılanmıştır. Sağlığa yararlı olduğuna kanaat getiren sünnet olur, istemeyen olmaz. Sünnet dinimizin ne bir hükmüdür, ne de alameti farikasıdır.

10. Soru: Dövme yapılabilir mi?

Cevap: Kuran’da dövme ile ilgili hiçbir izah geçmez. Eğer birisi dövmenin altına su geçmez, o zaman da boy abdesti olmaz izahını yaparsa, şunu bilmelidir ki dövme derinin üstünü kaplamaz, içine işler. Ayrıca Kuran’da gusül abdesti diye bahsedilen genel bir yıkanmadır. Kuran’da “Toplu iğne başı kadar kuru yer kalmayacak” şeklinde bir izah yoktur. O zaman minnacık bir tükenmez kalem çiziği olanın da gusül abdesti kabul olmaz. Kısacası Kuran’ın hiçbir izahından dövme yapmanın haram olduğu çıkmaz. Boy abdestine dinde olmayan detaylar ilave eden zihniyet dövmeyi de haramlaştırmıştır.

11. Soru: Hangi elle yemek yiyelim?

Cevap: Kuran insanların hangi elle yemelerinin gerektiğini, hangisinin sevap olduğunu anlatmaz. Dileyen dilediği eliyle yemeğini yer.

12. Soru: Kadın erkek el sıkışabilir mi?

Cevap: Kuran’da kadınla erkeğin el sıkışmaması gerektiğine dair hiçbir izah yoktur. Demek ki kadınla erkek el sıkışabilirler.

13. Soru: Mastürbasyon yapılabilir mi?

Cevap: Kuran’da cinsellikle ilgili haramlar açıklanmıştır. Örneğin zina, homoseksüellik, lezbiyenlik haramdır. Mastürbasyon hakkında Kuran’da bir yasak geçmez. Demek ki dileyen erkekler de, kadınlar da mastürbasyon yapabilir. (Dini internet sitelerine yollanan sorulardan, bu konunun en çok merak edilen konulardan biri olduğunu anlıyoruz.)

14. Soru: Doğum kontrolü yapmanın dinen bir sakıncası var mı?

Cevap: Kuran’da “Doğum kontrolü yapmayın” diye de, “Aileniz çok kalabalık olsun” diye de bir izah geçmez. Dileyen çok çocuk yapmaya çalışır, dileyen hiç çocuk yapmamak için önlemini alabilir.  

15.  Soru: Ölünün arkasından Kuran okunabilir mi?

Cevap: Kuran her zaman okunabilir. Ölümlerden sonra da, doğumda da, herhangi bir toplantıda da Kuran okunabilir. Fakat ölünün arkasından 1, 7, 40, 52. geceler gibi; gözetilmesi zaruri farz olan geceler yoktur. Bu gecelerde Kuran okumak veya okutmak farz değildir. Fakat bu, Kuran okunamayacağı manasına gelmez. Ölünün anıldığı gecede Kuran okumak veya okutmak elbette ki güzel bir anmadır. Kuran’ın okunmasının iyi olmayacağı bir ortam olabilir mi? Yeter ki Kuran sırf Allah rızası için okunsun. Kuran’da olmayan merasimler farz gibi takdim edilmesin.

16. Soru: Kusmak orucu bozar mı?

Cevap: Kuran’da orucun üç şeyden oluştuğunu görüyoruz; yememe, içmeme ve cinsel ilişkiye girmeme. Bu üçünü belli bir zaman diliminde yapmamakla oruç ibadeti gerçekleşir. Kuran’da “kusmama” diye dördüncü bir şart belirtilmediğine göre, kusmanın oruçla hiçbir alakası yoktur.

17. Soru: Erkekler sarı veya kırmızı renklerde elbise giyebilirler mi? Altın takabilirler mi?

Cevap: Kuran’da erkeklerin giyimdeki renk tercihlerinin ne olması gerektiği veya takılarının nasıl olması gerektiği hususunda bir açıklama getirilmemiştir. Bu hususlar kişilerin şahsi tercihlerine bırakılmıştır.

18. Soru: Orucu hangi yiyecekle açmak daha sevaptır?

Cevap: Kuran’da orucu açmanın makbul olduğu yiyecek diye bir şeyden bahsedilmez. Demek ki orucu açma noktasında helal her yiyecek eşittir.

19. Soru: Kadın kocasından habersiz kaç kilometre uzağa gidebilir?

Cevap: Kuran bu konuda hiçbir izah, dini bir kısıtlama getirmez. Demek ki evli çiftler bu tarzdaki iç sorunlarını kendi içlerinde çözeceklerdir. Fakat bu sorunlarını çözerken kendi görüşlerini, Kuran’da olmayan uydurma izahlarla din adına temellendirmemelidirler.

20. Soru: Dinimizde kandil geceleri var mı?


Cevap: Kuran’da “kutsal kandil geceleri” diye bir kavram geçmez. Kuran’da sadece Kadir gecesinin faziletine dikkat çekilir. Bunun dışında Kuran’da ne özel bir geceden bahsedilir, ne de bu özel gecelere has özel ibadetlerden. İsteyen Peygamberimiz’in doğum günü diye veya herhangi bir zafer günü diye bir günü elbette ki kutlayabilir. Bu kutlamalarda namaz kılınması, Kuran okunması da çok güzeldir. Fakat bu gecelerde falanca ibadeti yapanın tüm günahlarının af olacağı gibi uydurmalar tehlikelidir, çeşitli istismarlara yol açabilir.


Kaynak: Kuran Araştırma Grubu, Uydurulan Din ve Kurandaki Din, İstanbul Yayınevi, 2011, s.446-453